Siz Hiç Umutların Hikayesi Nedir Bilir Misiniz?
umutların hikayesi
Siz Hiç Umutların Hikayesi Nedir Bilir Misiniz?
Soğuktan morarmış ellerini ovuşturarak mırıldandı: "Ne müthiş bir uyumdu."
Kalbi, titreyen vücudunu ayakta tutabilmek için hızla atıyordu.
Esasında öyle etkisi altında kalınacak biri değildi. O da etki altına kolayca girebilecek... Ama hayatında yok saydığı, unuttuğu, "İhtiyacım yok artık" dediği nice şeyi hatırlatmıştı Ona. Onca güzellik nasıl yok sayılabilirdi?
İlk önce sevilmeye değer biri olduğunu hissettirmişti Ona. Sonrada... Sonrada sevilmeye susamış bir bedeni olduğunu. Hayatta hala bir çok insanın her şeyi sevgiyle besleyip, sevgiyle yaşatıp, sevgiyle ayakta tuttuğunu hatırlatmıştı.
Mezar taşına işlenmiş harflerin üzerinden parmaklarını geçirirken, gözünün önüne o en zor anlarında, o günün en karanlık zamanlarında bile sevgiyle yeniden kucaklanacağını bilmenin verdiği şımarık salınışla gezindiği zamanlar geldi aklına. Işıl ışıl bakan gözlerini, dingin yüzünü hatırladı. Silkindi. Bir daha hiçbir zaman yaşayamayacağı bu duyguların yerini neyin, kimin tutacağını düşünmek istemedi. Kimbilir belki bundan sonra evlense dahi binlerce pişmanlıkla yapayalnız yatacaktı. Belki de sabahları Onun boşluğunu bile farketmeden uyanacaktı. Onca duyarlılığıyla hiçbir şey yaşamadan. Donuk ayaklarına terliklerini giymenin sıcaklığı dışında hiçbir sıcaklık duymadan...
"Yüzüm gün geçtikçe daha da solacak, çirkinleşip gideceğim."
Duyuyor muydu acaba? Bilemiyordu. Tek bildiği, kendini taşımakla yükümlü işlevsiz vücudunun artık kendisine çok ağır geldiğiydi.
"Çirkinleşip gideceğim ve seni deliler gibi özlediğimi bile farketmeyeceğim. Seni her hatırlayışımda da müthiş bir pişmanlık duyacağım."
Gözlerinden dudaklarına sıcacık yaşlar süzüldü. Yere doğru eğildi ve fısıldadı:
"Söylesene sen nereden öğrendin onca güzel sevmeyi? Bu sevme sanatı hep mi sürer? Yoksa yalnızca ilk zamanların tutkusu muydu bunca güzellik?"
Artık hissedemeyen elleriyle yavaşça sildi gözyaşlarını. Doğruldu. İçimizi titreten rüzgar dalgalanıp ses verdikçe düşündü. İçimizi titreten rüzgar dalgalanıp yüzüne vurdukça hatırladı; onunla ne kadar huzurlu, ne kadar mutlu, ne kadar coşkulu olduğunu. Şimdi ise Onsuzdu. Onunla ve özlemiyle dopdolu. Ve hiçbir zaman unutmayacaktı, o dimdik duruşunu ve ceketinin iç cebindeki mavi boncuğunu...
Ondan önce kimse masasını bir köşeye, yatağını duvar dibine yaslamamış, kimse evlerinin penceresine çiçekli perdeler asmamıştı. Ondan önce hiçbir adam Onu, insanları, güneşi, beyaz badana ile boyanmış yağ tenekesine ekilmiş papatyaları; hiçbir şeyi birbirine kıyaslamadan, hiçkimseyi bir diğerinden daha fazla, daha farklı sevmeden, her seyi, herbir seyi bu kadar dolu dolu, bu kadar coşkulu ve açık kalplilikle sevmemişti.
Cebinden hiç yanmayacağını bildiği pembe iki mum çıkardı. Bir de beyaz seramikten bir melek. Üçünü de yanyana koyup süsledi mezarı.
"Bu halimle görmeni isterdim beni..."
İstanbul'da ki o son görüştükleri hali gelince aklına kendinden utanmıştı.
"Bilseydim o kadar kılıksız, o kadar çirkin çıkmazdim karşına... Hoş, şimdi de çok kılıklı sayılmam esasında ama hiç değilse İstanbul'da ki gibi de göçebe değilim."
O an, omuzlarında harcanmış, boşa geçmiş, yaşamlarını başka bir ortamda, başka bir hayatta devam ettirmenin verdiği yükü hissetti. Artık o kadar çaresizdi ki, o kadar tükenmişti ki umutları, geçen günlerin tarihlerini gazetelerden öğreniyordu. Kör bir karanlıkta bir hiçti sanki. Hasbelkader bir şehre gelmişti sadece Ona yakın olabilmek, hergün Onu ziyaret edebilmek için; her şeyin bir anda bu kadar manasız gelebileceğini bilmeden. Tek sevgisi kalmamıştı dayanabileceği. İşte o an, tam o an, Onu her andan daha fazla özledi. Yüreğine, boğazına düğümlendi, acı oldu sözleri. İşte o an, ilk defa umutsuzluğuna sitem etti.
"Biliyor musun artık zor anlarımda tek tutunduğum bana Avrupa'dan getirdiğin o atkı kaldı dünyamda. O atkı bir duygular ordusu oldu benim için, belki de hiç anlatamayacağım. Onu nasıl, hangi duygularla beni hatırlayıpta aldığını hayal ediyor ve hala dehşetli heyecanlanıyorum. Hiç beklemediğim bir davranıştı senden... Beni orada yada burada hatırlamıştın. Acaba şimdi de hatırlıyor musun?"
Cevap beklercesine toprağın üzerinde ki o tek beyaz güle baktı.
"Kısacık bir an için bile olsun çalamaz mıyım seni? Sana ihtiyacım var desem..."
Sonra, aniden arkasını döndü; rüzgarı alıp karşısına yavaş adımlarla yürümeye başladı. Bu yeni saplantısıydı: yarım bırakmak bütün düşüncelerini, cümlelerini. Belki de hiçbir zaman veda konuşması yapmak istemediğinden her ziyaretini olmadık anlarda bitiriyor; arkasını dönüp yavaş adımlarla uzaklaşıyordu geçmişinden.
Her şeyi vardı... Her şeyi. Sevgi hariç. Sevdiği hariç. Yarına ait umutları hariç.
Siz Hiç Umutların Hikayesi Nedir Bilir Misiniz?
umutların hikayesi